top of page
  • Yazarın fotoğrafıAdmin

Boğaziçi Yalıları







Lacivert suları gümüş dokunuşlarla işleyen ay ışığı... Usul kürekleriyle mehtabı uyandırmadan süzülen sandallar... Gece mavisine yeşil dualarla uzanan asırlık ağaçlar...

Sahile akseden saz desenleriyle neşe dolan, zevke kanan insanlar... Ve yüzyıllardan süzülen bir kültürle yaşama sanatına biçim veren yapılar...

Anadolu'da on asır önce başlayan Türk-İslâm göçebe aile yaşamı Osmanlılarla beraber sabit mekân yaşamına, denizle buluştuğu yerde ise yalı yaşamına dönüşmüş. Ve yalı yaşamı, Boğaziçi'nde yaşama sanatının doruğuna erişmiş.


Osmanlı İstanbul'u almış, yerleşmiş, başkent yapmış... İmparatorluğun kudreti karşısında İstanbul'a artık saldırı ihtimali kalmayınca devlet ricali, Boğaziçi üzerinde kurulu köylere doğru sayfiyeye çıkmış. Hasbahçeler, av ve gezi alanları, sahilsaraylar, padişah binişleri... Geleneksel ahşap mimarisinin eserleri Boğaziçi'nde gelişmiş durmuş.

Ne yazık ki o dönemden günümüze sadece Amucazade Hüseyin Paşa Yalısı'nın divanhanesi ulaşmış.


1703'te Lale Devri'yle Osmanlı lüks tüketimi doruğa varınca bir başkalaşmış Boğaziçi... Tüm sahil kasırlar ve saraylarla dolmuş. 1789'a kadar süren bu dönemde ana plan değişmemiş, ama yorumlanmış. Batının etkisiyle orta sofa ovalleşmiş, bu dış görünüme de yansımış. 1783'te yapılan Sadullah Paşa Yalısı bugün Çengelköy'de dönemin en somut örneği olarak ayakta durmakta. 1790'dan Tanzimat'a (1839) kadar ahşap mimarinin prensipleri yine bozulmamış, ancak yalılar önce Batı üslubunun deneme tahtasına dönmüş...


Tanzimat'la beraber ahşap mimari de ''yeni nizam''la buluşmuş.

Gayrimüslim Osmanlı tebasına tanınan yeni özgürlüklerin açtığı kapılardan Avrupa mimarisi kabul edilmiş. Osmanlı, kâgir yapıyla tanışmış. İşin doğrusu, onlar da ahşabın durup dururken yanmasından (!) sıkılmışlarmış. Dolmabahçe, Çırağan ve Beylerbeyi saraylarının daha evvelce ahşap olarak yapılmasına karşın üçü de yandığından bu dönemde kâgir olarak yeniden inşa edilmiş. İşte günümüzde ayakta kalabilen yalıların çoğu da Birinci Dünya Savaşı'na kadar süren bu dönemde yapılan yalılardır.

Deniz, yalının ön bahçesidir. Yalı ise deniz üstüne kurulu bir kaptan köşkü gibidir. İçinde yaşanan kültürün en temel unsurlarından olan din, en başından yapının mimarisini etkilemiştir. Başlangıçta harem ve selamlık ayrı çatılar altındadır. Harem hamamdan ayrı, ancak bağlantılıdır. Mutfak ve erkek çalışanların odaları tamamen bağımsızdır. Hepsini yüksek bahçe duvarları çevreler.


Bu düzen on sekizinci yüzyılın sonuna doğru biraz bozulmuş, harem ile selamlık yavaş yavaş tek çatı altına girmiş. O dönem yapılarından 1792'de yapımı biten Zarif Mustafa Paşa Yalısı'nın sadece selamlığı günümüze kadar gelebilmiş.

On dokuzuncu yüzyılda ise artık herşey tek çatı altında buluşmuş.

Yalı yaşam sanatı artık yok. Kayıkla mehtaba çıkanlar, saz sesleri, gizli yaşanan aşklar ve ''paşa baba''lar da yok.b Gökkubbede baki kalan yalnız bir hoş seda.






40 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page