Tarihçiler her zaman , kendisine göre doğruyu yazar. Çünkü , tarihçiler de insandır , etten ve kemikten yapılmış olup , duyguları vardır ve , her biri kendi kültürüne sahiptir.
Bu nedenle , değerlendirmeleri çok , hem de çok sübjektiftir.
Beni ilk şüpheye düşüren , Haçlı seferleri hakkında okuduğum kitaplarda ,Selahattin Eyyubi ve Aslan Yürekli Rişar arasındaki kıyaslamalardır. Bu kitaplarda Selahattin Eyyubi'nin gül gibi koktuğu ancak , Aslan Yürekli Rişar ın dışkı koktuğu , çünkü hıristiyanlarda temizlik anlayışının olmadığı yazıyordu..Fransızların da pis oldukları için parfüm sanayinin orada geliştiği söylentisi ülkemizde yaygındır.Frenk diyarında insanların dışkılarını kağıtla sokaklara attığı da anlatılır.
Ancak , Paris'teki Louvre müzesini görüp , bu yapının yaklaşık 1200 yıllarında yapımına başlandığını ; ayrıca, bugünkü Paris metrosunun bir bölümünün, II Napolyon döneminde yapılan şehir kanalizasyonlarından geçtiğini, kubbesinin Ayasofya'dan büyük olması ile haklı olarak övündüğümüz Sultan Ahmet Camii'nin , Ayasofya'dan 1000 yıl sonra yapıldığını düşününce, her toplumun kendi tarihini kendi bakış açısı ile yazdığını anladım ve tarihsel olaylara gerek tarafların bakış açılarıyla ayrı ayrı bakmanın ve çağ içindeki tarihsel olayları karşılaştırdıktan sonra fikir sahibi olmanın daha doğru olduğunu düşünmeye başladım.
Tarihin en uzun imparatorluğu olan Mısır İmparatorluğu döneminde , milattan önce binlerce yıldan beri en küçük ayrıntı bile bize yazılı olarak ulaşmış iken, koca Kızıldeniz'i yararak kavmini Firavun'dan kurtaran ve denizden karşıya geçiren Hz. Musa'dan ve bu olağanüstü olayda firavunun ölmesine rağmen , neden Mısır kaynaklarının bundan hiç bahsetmediğini merak ediyorum.
Fatih Sultan Mehmed'in , İstanbul'u fethetmeden önce , kardeşi Şehzade Orhan'ın Bizans'a sığındığını , onun masraflarının ödenmesi için Fatih'in binlerce altın ödemek zorunda kaldığını ve kuşatma esnasında Şehzade Orhan'ın Bizans ordusu ile Fatih'e karşı savaştığını öğrenince , doğrusu çok şaşırdım.
Bundan sonra da, örneğin Fransızların yıkanmadıkları , kokuyu örtmek için çok parfüm kullandıkları ve bu nedenle Fransa'da parfüm sanayinin geliştiği savının gerçek olmadığını , Alparslan'ın 10.000 kişilik kuvvetle 100,000 kişilik Romen Diyojen'i yenemeyeceğini , olsa olsa , kuvvetlerin en azından sayıca birbirlerine yakın olması gerektiğini düşünmeye başladım.
Ve sonra öğrendim ki , Lale Devri'ne bu isim devrinden 160 yıl sonra konulmuş.
Ve daha sonra öğrendim ki, meğer Versailles sarayında tuvalet olmamasının sebebi, kralın ve kraliçenin tuvalete gitme ihtiyacı hissetmemesi imiş. zaten kraliçenin ayakları da olmazmış.. Öylesine kuğu gibi süzülürmüş.
Eğer arada bir yanlışlıkla sarayın içinde bir dışkı bulunursa, hizmetliler hemen onu temizlermiş.
Sonra , koskoca Fransa Kralı tuvalete mi gidecek , nerede trak , orada bırak..
Sonraa, bu frenklerin eskiden bayaa büyük kağıt fabrikaları olması gerekirdi diye düşünmeye başlamakta haksız mıyım... Öyle ya , bu kadar Fransız sokaklara kağıtlarda dışkıları attığına göre , Fransa'nın kağıt sanayi bayaa ileri idi demek ki...